Fırsat buldukça memleketi gezerim. Çoğunlukla güneyi 
ve ağırlıklı olarak da Baf köylerini, onların ise Türk köylerine 
gidip geçmişi tahayyül etmeyi seviyorum. Hele de ulaşımı zor 
dağ köyleri... Beni hem bir bilinmeze taşır hem de bilindikleri 
anımsatır. Gözlem yaparken zihnimize samba yaptırırsak her köyden 
birkaç öykü çıkarabiliriz. Hele de bu, otantik yapının korunabildiği 
köyler ise bu gezintinin lezzeti daha da katlanır. 
Bizim kuşak göç ve göçmenlik olgusunu en az bir kez yaşadığı 
için kötü etkisi yaşam boyu sürmüştür. Bu nedenle yaşadığımız bu 
travma benim şiir ve yazılarıma da fazlasıyla yansımıştır. Bu gezme 
tercihlerimin bilinç altında yatan nedeni de bu olabilir. Örneğin 
babamın ben doğmadan önce öğretmenlik yaptığı köyleri gezdim. 
1950 li yılların son yarısında ve cumhuriyet kurulmadan hemen önce 
öğretmenlik yaptığı Lefkara'da ve Ayanni'de kaldıkları evi, 
öğrencileri eğittikleri okulları görmek ve yaşamadığım bir geçmişe 
yolculuk yapmak bana hüzünlü bir keyif vermektedir. Hüzünlü bir 
keyif!!! nasıl bir çelişki. 
Memleketin güneyine son gezimi 06.06.2025 tarihinde yapmıştım. 
Bostancı sınır kapısından geçip Pedulla'da kirazların olgunlaşma 
testini yapmıştık. Sonra Trodos'tan Leymosuna'a doğru yöneldik. 
Hedefte iki katlı köprü Trimiklini ve Loufu vardı. İki katlı köprüyü 
bulamadık ama Pera Pedi, Siligu (Silifke) üzerinden Loufu'ya vardık. 
Yirmi dakikalık batımızda Malya (Bağlarbaşı), Omodos. Altı kilometre 
ötede Gilan, biraz daha ilerde Vouni. 2011 sayımında nüfus 46 kişi. 
Loufu'nun otantik, kendine özgü beyaz taşlardan yapılmış daracık 
sokakları arasında dolaşarak bol bol fotoğraf çektik. Hiçbir zaman 
Aşkdeniz olamamış bu Akdeniz kokulu kimsesiz kasabada yine güzel bir 
gün geçirdik. Betonlaşan kentlere inat ben Kıbrıslıyım diyen az 
sayıda kasabadan biriydi Loufu. 
Yemyeşil bir denizde yüzerek Limasol'da Akdeniz'e ulaştık. 
Limasol'daki deniz hala orada hala insanlar suyunda serinliyor. Hala 
gözlerini sonsuzluğuna daldırarak terapilerini yapıyorlar. 
Nereden bilebilidik ki bu bölgeyi, yeşilin tüm tonları ile 
son seyir edişimiz olacağını. Fotoğraflarımızın tarihe kalacağını. 
Tarihe tanıklık ettiğimizi. Ortasından geçtiğimiz ve panaromik 
görüntüsünü videoya kaydettiğimiz vadi tekrar ne zaman yeşile döner 
de dağların yüzü aydınlanır. Yeniden gülümserler. 
Şimdi oralara tekrar gitmeye korkuyorum. Çünkü acı çekeceğim. 
Hüzünleneceğim. Kalbim sıkışacak. Kuş sesleri duyamayacağım örneğin. 
Az ötemden bir keklik geçmeyecek. Ürkek bir tavşan sekerek 
uzaklaşmayacak. Kıvrak bir kara yılan sıcak asfaltın üzerinde 
süzülerek ilerlemeyecek. Çalıların arasından meraklı gözlerle 
bakmayacak bir tilki. Ve bu bölgedeki insan yüzleri uzun süre 
gülemeyecekler eskisi gibi. Tadını alamayacaklar yaşadıkları günlerin. 
Yaraları uzun süre kanamaya devam edecek. 
Ben on bir yıl yaşadım bu memleketin güneyinde. Şimdi bu 
topraklardan göç etmiş insanların Siligu'daki, Gilan'daki, Yayla'daki 
çocukluk, ilk gençlik anılarını yok eden yangın hayatlarının bir kısmını 
tekrar yok etmiştir. Sislerin ve bulutların ardında kalan geçmişleri 
şimdi kara, kapkara bir karanlığa gömülmüştür. Bu kuşak da yitip gidince 
kaybolan yok olan anılar gibi, Kıbrısın tümünü memleket olarak görenler 
de çok azalacaktır. Belki de onlar artık bizim kadar acı çekmeyeceklerdir. 
Her zaman evrensel değerlere önem vermişimdir. Ütopik olsa da 
enternasyonalist bir düşünce yapısı benim için cazip olmuştur. Devlet 
kurumuna çok büyük, yüksek, ulu, ulaşılmaz anlamlar yüklemenin devlet ile 
vatandaş arasında tebaa, kul / sahip ilişkisi yaratacağını düşünüyorum. 
Bu nedenle insanlar devlet için değil, devletler insan için olması 
gerekir. Hatta diğer canlıları (Ormanlar dahil) bu şekilde düşünmek uç 
bir teori mi olur? 
Bu görüşten hareket edersek; Ormanlar yanarken, ormanların 
içindeki canlılar yanarken, insanların mahsur kalıp diri diri yanmaları 
ihtimali varken, evler yanıp kül olurken, tarih, geçmiş, gelecek yok 
olurken devleti ön plana çıkararak sembolik de olsa verilecek desteği 
istememek, kutsal devleti ormana ve canlılara tercih etmek anlamı mı 
doğurur. Bu küçücük adada, doğal afet şartlarında bile kutsadığınız 
devletin belediyeler vasıtası ile yapılacak katkıyı bile istememesi 
ormanı, canlıyı, insanı sevmediğinizi kanıtlamaktadır. 
Bu satırlar her iki taraf da düşünülerek yazılmıştır. 
Ne Kıbrıs'da ne Türkiye'de ne de dünyanın hiçbir yerinde 
kimse doğayı karalara boyamasın. Dünya kararmasın. Kara anlar yaşayıp 
memleketler karanlıklara gömülmesin... 
Yeşil de kalın. 
Not: Bu yazı yazılırken yukarıda adı geçen köylerin hangisinin ne 
oranda hasar gördüğünü bilmiyordum.