Şiir; yazanın yaşadıklarını, düşüncelerini, duygularını, gördüklerini, hayallerini, hislerini edebi sanatları kullanarak, imgelerle süsleyerek müzikalite ahengi ile okuyucuya sunmasıdır.
Şiir; yazanın yaşadıklarını, düşüncelerini, duygularını, gördüklerini, hayallerini, hislerini edebi sanatları kullanarak, imgelerle süsleyerek müzikalite ahengi ile okuyucuya sunmasıdır.
Şiir; okuyanı veya dinleyeni etkisi altına alan, düşünmesine, umutlanmasına neden olan. Mutluluk, hüzün, sevinç, coşku, öfke, yalnızlık,
endişe gibi birçok farklı duyguyu yaşatabilen bir güçtür.
Hasan Hüseyin Korkmazgil şiirinde “ Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin (çünkü)/ Elmayı kokusundan/ Güvercini biçiminden soyutlamaktır/ Yaşamak denilen kavgayı aşksız düşünmek.” diyor. Çünkü şiir ve aşk, kendisidir hayatın . Ataol Behramoğlu ise “Şiirsel yapının; neredeyse yaşayan, kımıldayan, soluk alıp veren canlı bir organizma olduğunu düşünüyor.” Çünkü şiir, dinamik olan ve okuyucunun da zihninde hareket dalgacıkları oluşturan canlı bir varlıktır. Cahit Sıtkı Tarancı ise “Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hatta bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değildir.” demektedir. Çünkü şiir, sadece güzel sözcüklerin uyumlu birlikteliği değildir. Şiir sevgiliye serenat yapmanın ötesinde bir nesnedir. Platon'un endişelerinden biri, (şiirin) “dizginlenmesi gereken duyguları beslemesiydi”. Çünkü şiirin değiştirici, dönüştürücü, yıkıcı ve yapıcı bir yönü vardır.
Şiir farklı dağlardan, tepelerden, ovalardan akarak gelen suların birleşmesi ile oluşan ve çağlayarak akan ve sonu denize ulaşan bir nehirdir.
Sadece berrak bir su olmanın ötesindedir. Her dereden içerisine farklı bilgiler akar. Zenginleşir, çoğalır, bereketlenir, yenilenir böylece dinamizmini sürdürür. O artık sadece H2O olmaktan çıkmıştır. İçerisindeki toprak zerrecikleri ovalara gıda olur, toprakları besler, ürün verimliliğini artırır.
Şiir de farklı mecralardan beslenen su gibi sadece sözlerin ahenkli uyumu olmaktan çıkar. Onun içerisine bir mana bir anlam katılır. Bu anlam ve manaları fark edip çözümlediğimiz zaman içerisine az miktarda fen bilimleri bol miktarda ise sosyal bilimlerin nüfuz ettiğini anlarız.
Şiirde; resim, betimleme ile kendini gösterir.
“(...)Miskin,
kumların üzerinde güneşlenen köpekler
geride kaldı.
Geride kaldı
insanların peşinden koşan kedi sürüsü.
Tutuğu balıkları sandalda temizleyip
denizden müşteriye uzatan balıkçı
gitti toplayıp eşyalarını.(...)”
Şiirde psikoloji.
“(...)Babam dönmedi.
İçimde taşıdığım çöl
suyu ve yeşili görmedi.
Ve ben bayramları hiç sevemedim.(...)”
Şiirde sosyoloji
“(...)Giderek daha hızlı dönüyordu dünya
daha karmaşıklaşıyordu giderek
ve biz kendi kendimize yabancılaştığımızda
oturmuştu her şey yerli yerine
buydu olması gereken.(...)”
Şiirde tarih;
“(...)Lozan antlaşması imzalanmamış
Türkler adadan göç etmeye başlamamıştı.
Dokuz yüz otuz bir isyanı çıkmamış
Türkler sömürgeciler için
çöllerde katırcı olmamıştı.(...)”
Şiirde coğrafya
“(...)Esince sert bir rüzgar kuzeyden
ip kayacak gibi oldu elimden
dağlar kaldı geride.
Çok uzakta sağımda narenciye bahçeleri
kaçsa ip elimden
karışacağım portokallara.
Çok uzakta solumda buğday ile arpa
kaçsa ip elimden
karışacağım başaklara.(...)”
Şiirde müzik
Şiirin birkaç bacağından biri olan ritim ve ahenk, müzikaliteyi
oluşturur.
Şiirde felsefe;
“(...)Gökten düşse bir damla
Ne verebilir ki toprağa.
Ve yok eder kendini
Tek başına kalan damla.
Ya kalmalıyım tek başıma
Yok etmeliyim kendimi
Ya da birleşip damlalarla
Akmalıyım karanlığa.(...)
Şiiri basite almayınız. Tepeden bakmayınız. Her aşık olan şairdir diye düşünmeyiniz. Hüzünlü bir şiir, okuyanı ağlatabilir. Coşkulu bir şiir, insan kalabalıklarını harekete geçirebilir. Şiir insanı hayata bağlayıp yaşama coşkusu yaratabilir. Şiir depresif duyguların girdabında insanı bilinmeze sürükleyebilir. Şiir zorluklara karşı direnme gücü verebilir. Sevgiliye ifade etmekte zorlandığımız duyguları anlatmamızı sağlayabilir. Şiir ruhsal sıkıntılarımıza sağaltım aracı olabilir. Kendimize ifade etmediğimiz duygu ve düşüncelerimizle başkalarının yazdığı şiirlerle yüzleşebiliriz. Yaşantımızın hr evresinde karşılaştığımız gerçekler de ister istemez şiirimize yansıyabiliyor.
(...)Kar yağıyordu
kar annelerin kirpiklerine düşüyordu
dolu yağıyordu dolu dolu
dolu babaların yüreklerine düşüyordu
yağmur yağıyordu
yağmur çocukların ölülerine düşüyordu.(...)
****
(...)İnsanların terk ettiği bu kentte
köpeklere ve kedilere kalan bu caddelerde
saçların rüzgarda savrularak
yürümeye yeni başlayan
ilk bebek sen ol.
Koşmaya başla.
Tüm çocuklar gelsin ardından.
Caddeler çocuk dolsun
kentler çocuk çığlıkları ile coşsun
çiçeklensin dünya
güzelleşsin dünya.(...)
Belki;
bizde katılırız aranıza
reenkarnasyondan sonra.
Bence de; Pablo Neruda’nın dediği gibi; “Şiir boşuna yazılmış olmayacak.”
Bu yazının biraz daha detaylısı “Yaseminin Gözyaşları” isimli kitabımda “Şiiri Savunmak” başlığı ile yayınlanmıştı. Haftaya şiir üzerine devam edelim.
Sağlıcakla kalınız.