Tom Barrack’ın “Sağlıklı bir vücudun merkezinde apse oluşmasının mümkün olmadığını ve vücudun her parçasının iyileşmesi gerektiğini” savunduğunu duyunca ivedi olarak Kıbrıs’ı kurtarmaya karar verdim ve aşağıdaki masalı yazdım.
Masal bu ya şöyle bir giriş yapalım; Evvel zaman içinde saman kalbur içinde...
Kıbrıs; özgür insanların ülkesi. Herkes birbirine saygılı, hoşgörülü ve naif. Kırmadan kimseyi, herkes istediğini söyleyebiliyor ve kimsenin söylediklerinden hiddetlenmiyorlar. İşinde gücünde herkes ve herkes çalışmayı üretmeyi seviyor. Nasıl kolay para kazanırım diye düşünen yok. İnsanların tümü birbirine arkadaş. Her gün mütemadiyen Allahın adını almasalar da ağızlarına ahlaklı ve erdemli olmak onur sebepleridir. Harakiri yapmayı gerektirecek yüz kızartıcı suç olmadığı için, hapishaneye de ihtiyaç olmuyor burada. Paradan daha çok değer veriyorlar bilgiye ve kültüre.
Çıkıp Beş Parmakların en tepesine binlerce yıldır orada yaşayan ak saçlı ermiş bir nineye (Böylece ermiş, ak sakallı dede profilini kırmış oldum) sorduk bu masalı nasıl gerçeğe dönüştürürüz diye. Ve bize tarif etti yolunu.
Ancak bunu sağlayabilmek için Kıbrıs’ımızı, kuyruğundan bağlayıp, çekip götürmeniz gerekiyor buralardan. Uzaklara. Başka turkuaz denizlere. Onu; stratejik önemi olmayan bir bölgeye taşıyacaksınız. Doğal gaz ve petrol olmayan bir bölgeye. Kıtaların ortasında olmasın. Operasyon düzenleyecek komşu ülkeler de olmasın yakınında. Ticaret yolları uzağından geçsin. Unutulsun bulunduğu köşesinde. Takılmasın kimsenin radarına. “O zaman insanlar arzuladığınız gibi düşünecek ve davranacak”.
Dinleyip ermiş nineyi çekmeye başladık bir zamanların bakır kızını... Gideceği yerlerde silinsin geçmiş. Utanç verici sıfatlarla anılmasın artık. “Batmayan uçak gemisi” gibi, “Akdenizin fahişesi” gibi mesela. “Aşkdenizinin kızı” olsun yeni tanımı veya “zeytin ve güvercin yurdu”. Yeni coğrafyalarda kaderi de yenilensin. Geride kalsın savaşlar, kırımlar, travmalar, yokluklar ve acı. Yaşlanıp da ölsün babalar. Öksüz kalmasın çocuklar. Genç oğullarına ağıt yakmasın analar. Ve yükselsin istatistiklerde ölümün yaşı.
Binlerce yılın ermiş ninesinin sözleri kulaklarımızda. Çekiciye ağır gelirse yükü. Zorlanırsa vatanımızı çekmekten uzaklara. Üzerindeki yükleri azaltsınlar demişti. Yabancı üslerden başlasınlar önce. Sonra “Delikli demirlerden” kurtulunuz. Artık komşu ülkelere bomba fırlatılmayacak. Sökünüz pistleri, denize fırlatınız. Dibine çöksünler denizin. Sürünüz toprağı ve uçsuz bucaksız zeytin ekiniz. İçerisine de güvercinleri salınız. Yine de zorlanıyorsa turkuaz denizlere ulaşmakta, atmaya başlayınız silahları da. Bir Dip Karpaz’dan atınız bir Akamas’tan. Bir dip Karpaz’dan bir Akamas’dan. Bu yeni hayata uyum sağlayamayacak olanları ve Ares ile Mars’ı dönmemek üzere sürgüne gönderin.
Atınca yükünü gemi ve akmaya başlayınca maviliklerde “Hor bakmadan karıncaya/ Kırmadan kanadını serçenin” H.H.K. erdemli, vakur ve onurlu yerimizi bulalım yeni coğrafyada. Kimseye posta koymadan, dayılanmadan kimseye sevgi şiirleri okuyarak sürsün yolculuk. Süzülerek maviliklerde yol alırken, otostop yapan sanatçılar varsa sandallarda, alalım adamıza. Şair, yazar, ressam ve müzisyen örneğin. Başka bir kıyıda el sallıyorsa bir bilim adamı, düşünür ve akademisyen onları da alalım. Fark etmez rengi, dili, ülkesi yeter ki insan insan diye çarpsın yüreği.
Geçip Malta’nın yanından, el sallayıp Siçilya’ya, İbizanın yanından geçip yakalanmadan eski sömürgecilere Cebelitarık’dan okyanusa açılalım (Masal bu ya
geçiverdik bu dar boğazdan). Nerededir dünyayı paylaşmak isteyenlerin ağızlarının sulanmayacağı bir yer? Mümkün mü onu bulabilmek? Güney Amerika ile Afrika arası olur mu? Veya Yeni Zellanda yakınları.
Her yer ele geçirilmiş, kuşatılmış, parsellenmiş olabilir. Giderek tüm insanlık bozulmuş olabilir. Ama bir deniz bulunacak mutlaka, yaşamak için bu masalı.
Gökten üç elma düşmedi ama yine de ben yarım bıraktım da geldim bu sonu yazılmamış masalı.
Sağlıkla kalınız.