Bir yerlerde kentler yaşayan organizmalardır diye bir cümle kullanmıştım. Sonra bir şiirimde “Kentler/ içindekilerle birlikte/ canlı bir varlığa dönüşürler/ biliyorum” yazmışım.
Kentlerin; ÜREME işlevleri olduğu için ÇOĞALMA yı da gerçekleştirmektedir. Çoğalmaktan dolayı BÜYÜMEK tedirler. Bu ise DEĞİŞİM e neden olmaktadır. Kentlerin bir DOKUSU mevcuttur. Roma, Viyana, Barselona, Venedik, Budapeşte, Ankara ve dünyanın başka kentlerinde farklı farklı bir dokuya rastlarsınız. Hiçbiri aynısı değildir diğerinin. Tüm kentlerin uzun yıllara yayılmış geçmişleri vardır biz bunlara tarih diyoruz. Bu nedenle tümünün BELLEK leri vardır. Bu tarih ve zaman içerisindeki değişimler onların KÜLTÜR lerini oluşturur bundan dolayı da kentlerin de bir RUHU vardır. Canlılar gibi dünyadaki değişim ve dönüşümlere uyum göstererek ADAPTASYON sağlarlar. Kentlerin de bir SOLUNUM ve BOŞALTIM mekanizmaları vardır.
Ormanlık alanların çoğalması, park ve bahçelerin, yeşil alanların çokluğu bir kente soluk verir. Betonlaşma çoğaldıkça ise nefes almak zorlaşır. İyi bir kanalizasyon sistemi ise barsakların randımanlı çalışmasını sağlar.
(...)Başka başka kıyılarda
başka başka martılar, kediler ve köpekler
balıkçılar karşılayacak beni
biliyorum.
Kentler içindekilerle birlikte
canlı bir varlığa dönüşürler
biliyorum.
ve ben tanışmadığım kentleri seviyorum
ardımda kalanları sevdiğim gibi.(...)
Kentler kadar kasabalar, köyler, kırsal alanlar da yukarıda saydığımız özellikleri taşımaktadırlar. Onların dokusunu gözlemlemek, ruhunu duyumsamak, geçmişlerine yolculuk yapmak, kültürlerini sorgulamak bana keyif verir. Zihnimde daha sonra kullanılacak ham maddeler birikir onlar bir şiirin, öykünün, sohbetin içeriğini yaratır.
Yıl da en az bir defa Baf’a gider iki gece orada konaklarım. Genellikle Türklerin de yaşadığı köyleri dolaşırım. Onların geçmiş hayatlarını tahayyül ederim. Bu defa ilk gün, sadece Mutallo’ya gittim. Denizi ve körfezi yüksekten izleyerek Yahya K. Beyatlı’nın şiirindeki gibi “Bugün sana tepeden baktım aziz Baf” dedim. Oturduğum “gahve” yanlış anlamamışsam yüz yıllıkmış.
Altmış dörtte, yetmiş dörtte abluka altına alınmış, saldırıya uğramış, şehitler vermiş, acılar yaşamış Mutallo. Dr Kaya Bekiroğlu’nun helikopterle getirildiği Mutallo’nun bir odasında imkansız koşullarda yaralıları ameliyat ederek kurtarmaya çalışması ile ilgili okuduğum yazıyı hatırladım. Benim de birçok arkadaşımın çocuklukları bu dolaştığım sokaklarda, bu birbirine destek olmak ister gibi omuz omuza yaslanmış evlerde geçmişti.
Bu günlerde Başaran Düzgün’ün Öksüz Atlar Ülkesi adlı romanını okuyorum. Okudukça, birkaç yıl önce “Kutsal Yay”da (Poli Körfezi) ile Andreliku arasında çektiğim fotoğrafları hatırladım. Yıkılmış ev kalıntılarını ve yeşil çayırlarda küçük baş hayvanların fotoğraflarını çekmiştim. O terk edilmiş topraklar, Osmanlıların sürgün ettiği, isyankar yörüklerin yaşamlarını sürdürdükleri Fasli köyünün topraklarıymış. Ben birkaç yüz yıl öncesine dönmüş ve yeşil çayırlarda yürüyerek bugünlere varmıştım. İşte şehirlerin, kasabaların, köylerin, meraların, otlakların, insanların dokusu, tarihi, ruhu sabah sisi gibi her yeri sarıyor ve sizi içine alıyor.
Dönüş yolunda Piskobu’ya uğruyoruz. Oradaki Türk mahallesini, evlerini, kahvelerini görmem gerekiyor. Rehberimiz yok o nedenle “guduru” geziyoruz. Bu eski büskü “gahve”ye benzer bina acaba o kahvehane mi? Sonra Galimyo ( Gavernor’s Beach) ile Alamanou Manastırı arasındaki White Stone diye adlandırılan bölgede beyaz kayaları arıyoruz. Bu bölgedeki kayaların hepsi beyaz. Beyaz gelinliği ile genç bir çift düğün resimleri çekiyorlar. Mutlu. Oysa bu beyaz kayalarda ne kadar hüzün saklı. Bu kayaların hafızasında nasıl bir tarih saklı. Üç adamın ruhu buralarda beyaz gelinlikli kızı ve beni seyrediyor. Ben de çiftlerin ve beyaz kayaların resmini çekiyorum. Geceye teslim olmak üzere olan denizin resmini çekiyorum. Gözlerimse kıyıda bir incir ağacı arıyor. Buradan bir şiir doğmalı. Buradan bir şiir doğacak.
Savaşsız bir dünyanın özlemi ile sağlıcakla kalınız.