Geçtiğimiz hafta içinde yayınlanması dörtgözle beklenen bir kitabı okudum: Mehmet Ali Tremeşeli’nin Anıları.
Kıbrıslıtürkler arasında adı biraz korku, biraz da saygı ile anılan MehmetAli Tremeşeli, çocukluğundan, TMT’den dışlandığını iddia ettiği döneme kadar olan anılarını dile getiriyor.
Bugüne kadar onlarca komitacı, gizli örgüt mensubu, devrimci ve terörist’in anılarını okumuş biri olarak beklentim, TMT hakkında ortaya konmamış bir sürü gerçeğin, iç çatışmanın ortaya dökülmesi değil de “ben neler yaptım neler!” şeklinde bir anlatımdı.
Tremeşeli ise beni garip bir şekilde yanılttı.
Kitabın yarısına hakim olan bahtsız, umutsuz, imkansız bir aşk hikayesi, okuyanı etkilemeyecek gibi değil.
Her zaman iri-yarı sert yüzlü bir adam olarak düşündüğüm Mehmet Ali Tremeşeli’nin kısacık, temiz yüzlü bir adam olduğunu görmek ise beni daha da şaşırttı.
Bu yürekli adamın, Kıbrıstürkleri adına yaptıklarını doğru veya yanlış bulmak başka birşeydir, bu cesareti ve kendini adamanın hakkını vermek bambaşka birşey.
Yıllardır savunduğum her kahraman, bir intihar girişimidir düşüncemi bir kez daha sayfalar arasında gördüm. Kahramanlık, galiba önce kendini öldürmekle başlıyor. Tremeşeli, doğru bildiği yolda canını ortaya koyan bir adam olarak bu ülkenin kahramanlarından biri olarak yaşayacak.
Satır aralarında günahsız insanlara karşı yürüttüğü terörist eylemleri ise nasıl ürkek ve utangaç anlattığını görmek, belki de günün şartları içinde daha otuzunu bulmamış bir adamın heyecanı ve öfkesine duyulan bir utangaçlık olarak algılamamak mümkün değil.
Küçük bir çocuk olarak yaşadığı olayların karşısında yıllarca intikamla yanan bir adamın, kararlı, biraz saplantılı ama bir o kadar da insanca hikayesi Mehmet Ali Tremeşeli’nin anıları.
En yakın arkadaşı bir AKEL üyesi olan, sevgilisi bir rum kızı olan, ama bir yandan da bu adada ikinci sınıf bir toplumun üyesi olarak yaşamak istemeyen bunu ispat etmek için de hayatını ortaya koyan bir adam.
Hayır! benim hiç AKEL üyesi çok yakın bir arkadaşım olmadı. Hiç Rum bir sevgilim de olmadı; ama ben hiç kimseye de Rum olduğu için kurşun da sıkmadım. Benim jenerasyonumdan çok az insan bunları yaşamış ya da hiç yaşamamıştır. Bambaşka bir dünyada, bambaşka koşullarda yaşanmış bir hayatın, kendi açısından hikayesini verdi bize Mehmet Ali Tremeşeli. Övünmeden, hamaset yapmadan, sadece bir insan olarak ne yaşadıklarıyla veya yaşadıklarının küçük bir kısmıyla.
Bu anıların sanırım o yılların duygu ve düşünce dünyasını biraz daha aydınlatma açısından büyük önemi var. Hala daha Markos Dragos’un heykelleri Lefkoşa’nın ana caddelerini süslerken, bizim yıllarca bu teşkilatçılara sadece birer katil olarak bakmamızın ne kadar basit, ne kadar sığ, ne kadar ahmakça olduğunu gösteriyor.
Mehmet Ali Tremeşeli’ye bir sadece bir hareket adamı olarak değil, duygu ve düşüncelerini halkına aktaran ve bunun sorumluluğunu alarak bir kez daha cesaretini ortaya koyan biri olarak tekrar teşekkür etmek lazım.
Ama hala merak ediyorum. Maria’yı hep mi sevdi? Sanırım hep sevdi ama onları ayıran belki de milliyetçiliğin eline tut ettiği o ilk tabancasıydı. Hani EOKA’cı bir Rumla 14 Browning’le takas ettiği tabancası. Belki de Maria gibi hayatı boyunca seveceği birini anılarında birini de belinde yanından hiç ayırmayacağı.
Anlayamayacağız o dünyayı ama belki de Rum’ları anlamaya çalıştığımız gibi bu insanları da sol olarak, lanetlemeden önce anlamaya çalışmalıyız.